UYKUDAN UYAN
Eğer sevgilerse aydınlık, değer.
(Sonbahar'ın devamı)
Araladığı
perdeden dışarıyı izlemeyi bıraktı adam. Biraz önce mutfaktan getirdiği peynir
ve dilim ekmek hala masanın üstünde olduğu yerde duruyordu. Tahta kurtlarının
sesi dışarıdaki rüzgarın ıslığıyla yarışıyordu. Sonbaharın ona neden O Kadın 'ı
anlattığının, düşündürdüğünün cevabını veremedi kendine. Perdeyi biraz daha
açtı. Yağmur taneleri, çocukken oynadığı misketler kadar büyümüştü neredeyse, yağmur
toprağın canını hayli yakıyordu. Oturduğu koltuktan kalkıp, üzerini değiştirmek
için tekrar odasına yürüdü. Masanın üzerindeki ekmekle peyniri, giyineceği
odanın ışığını yakana kadar midesine indirdi. Odayı aydınlattığında duvardaki
saate baktı. Bu sefer rüyada olmadığının farkında olarak baktı akreple
yelkovana. Sabaha şunun şurasında ne kalmıştı ama sanki dışarıdaki karanlık hiç
geçmeyecek kadar inatçı geldi gözüne. Montunu da giydikten sonra otomobilin
anahtarlarını aldı masanın üzerindeki oyuncak kamyonun kasasından, telefonunu
ve cüzdanını. Odanın ışığını evden çıkışa giden yola bir defa daha bakarak
kapattı. Daha nereye gittiğini sormamıştı kendine. Neden gittiğini de.
Rüyasının gerçek olacağını aklından geçirip sağ koltukta O Kadın 'ı görmeyi
düşünecek kadar aptal değildi. Kapıyı evinin üstüne kapattı sessizce. Aslında
sessiz olacak bir durum yoktu yani kapı sesli kapansa da olurdu ama gecenin
sabaha giden bu hali onu kapıyı sessiz kapatması gerektiği konusunda
uyarıyordu. Ayakkabısının iplerini bir daha bağlama gereği duymayacak şekilde
özenle bağladı. Binanın sensörlü ışığı eşliğinde merdivenlerden aşağı inerken
hala nereye neden gittiğini bilmiyordu ama bu basit bir gidiş değildi. Belki
geri dönüşü olacaktı ama bazı şeyleri gittiği yerden geri getirmeyecekti, bu
sefer her şey ciddiydi. Ellerinde, kollarında, sırtında ve karnında
hissedebiliyordu bunu. Binanın kapısından çıktığında merdivenlerdeki hislerinin
yerini rüzgarla bir yağan yağmurun ıslaklığı aldı. Yüzüne değen damlalar onu
tamamen ayılttı, şimdi otomobilinin içine kendini atana kadar daha ne kadar
ıslanacağının hesabını yaptı. Ne zaman böyle küçük hesapların adamı oldum, dedi
biraz sesli. Küfür etti ama yağmura
değil.
78'lik dostuna sığınıp kapıyı
kapattı. Yağmur otomobilin ön camına çizikler çizerken o da ıslanan montunu çıkarıp
sağ koltuğunun arkasına astı, nasıl olsa bu yolculukta o koltukta kimse
olmayacaktı. Olmayacaktı, olmayacaktı... Anahtarı kontağa yerleştirdi,
çalıştığında 78 model yaşlı dostunun sesinin geceye hiç saygısı olmadığı belliydi.
Farları açtı. Farların karşısında çalılara takılmış beyaz, parlayan poşeti
izledi bir kaç saniye. Poşet savrulduğu sırada emniyet kemerini sardı kendine. Alışkanlık,
yoksa bir ihtimal yolda polis çevirmesinde, takmadığı emniyet kemeri yüzünden
yiyeceği cezadan korkmamıştı. Keşke her şeyin nedeni bu kadar basit olsa, diye
düşündü, otomobili geriye çekerek yola çıktığında. Mahalle bakkalının önünden
geçti. Silecekler yağmurla savaşırken adam, bu olup da bitmeyenlerin nedeni
olarak O Kadın 'ı suçladı. İşte yine başlıyoruz. Sert bir kasisti, hırpalanarak
geçti üzerinden. Eli yanlışlıkla sinyal koluna vurmuş sola sinyal vermişti,
hemen kapattı. Yağmur suları yoldaki mazgalların üstünde birikmeye başlamıştı.
'A... koyduğumun şehrini yine sel götürecek.' Küfür etmeye sebepler aradığı belliydi.
''Depoyu doldur''
dedi. Otomobildeki benzinin birkaç kilometre sonra biteceğini gördüğünde yol
üzerindeki benzin istasyonuna çevirmişti direksiyonunu. İstasyonun önünden
hızla geçen araçların ıslak yolda çıkardığı sesleri dinlemeye başladı,
ekrandaki rakamların durmasını beklerken. Adam çıktığı bu yolculukla O Kadın 'ı
geride, bu ıslak ve nemli şehirde bırakacaktı ve benzinlikteki tek benzin
yüklenen otomobille birazdan oradan ayrılacaktı. Rakamlar durduğunda adam
parayı, uykudan az önce uyandığı belli olan çalışana uzattı.
'İyi yolculuklar' dedi çalışan.
Adam yavaş adımlarla otomobile yürürken karşılık verdi.
Anahtarı çevirip
tekrar çalıştırdı otomobili. 78 'lik dostu çalışan motorunun etkisiyle
titrerken adam, o iyi olacak yolculuğun nereye olduğunu hala bilmiyordu. Benzin
istasyonundan ayrılırken dikiz aynasına çarpan far çiftine baktı. Benzin
istasyonundaki sırasını savdığını düşündü. 'Biri gider biri gelir', dedi. Saçma düşüncelerini gecenin bu saatine
bağladı. Gelen araba olup olmadığını kontrol edip tekrar yola çıktı. Yağmurun sesinden sıkıldığını, şehirlere kaç
kilometre kaldığını yazan levhaları geçtikten sonra fark etti ve ya öyle
düşündü. Sağ elini uzatıp neredeyse otomobili kadar eski olan teybi açtı,
radyoları gezindi. Yağmurun etkilemediği, en düzgün sesi veren radyo kanalında
durdurdu aramayı. ''Simsiyah gecenin
koynundayım'' diyordu şarkıda. Hatırladığı en iyi şarkılardan biriydi. Önündeki
keskin virajı geçtikten hemen sonra biraz daha açtı sesini, yol gerçekten hayli
karanlıktı.
.........
''Nefes almak
bazen çok zor oluyor'' demişti, adam O 'na. Beraber yedikleri son yemekti, eylülden
bir cumartesi akşamıydı. Kadın, elindeki çatalı tabağının kenarına yasladıktan
sonra kafasını kaldırıp adama baktı. Adamın nefes almakta güçlük çekmediğini
görünce, ne demek istediğini soran kısık gözlerle baktı adama. O akşamın son
akşam olduğunu anlamayacak kadar saf değildi masada oturan iki kişi hem -daha
çokta kadın- bu akşam şu ana kadar çok iyi bir oyun çıkarmıştı.
''Ne demek bu'' dedi kadın.
Önceki bakışlarından bir cevap alamayınca. Yavaş yavaş oyunun sonunun geldiğini
düşündü elindeki peçeteyi dudaklarından çekerken.
''Sevgilere ihtiyacımız var.
Senin benim. Şimdi sen gitmeye hazırlanıyorsun yani sevgini çekeceksin
üzerimden. Ben sevginle konuşuyordum, gülüyordum, yürüyordum, uyuyup
uyanıyordum. Nefes alıp yaşıyordum, işte şimdi nefes almam zorlaşacak. Demek
istediğim bu, bu koskocaman bir hayattı'' dedi adam. Sanki gözünün bir
tanesinden yaş gelir gibi oldu, engelledi. Sandalyesinde geriye yaslandıktan
sonra kadına baktı.
''Ama artık bitti'' dedi, kadın. Sesindeki
kararlılık, adamın göğsüne inen bir yumruktu, daha azı değil.
Önünde giden tırın lastiklerinin camına
fırlattığı yağmur suyu, yağmurla birleşince sileceklerin yapabileceği çokta bir
şey yoktu. Önünü görmek zorlaştığında sollamak için tıra biraz daha yaklaştı. Geçmek
için uygun bir an kollarken radyoda biten şarkının yerine yenisi başlıyordu. Gaz
pedalını itti sonuna kadar, hızlandığında direksiyonun hafiflediğini hissetti. Tırı
geçince tekrar sağ şeride aldı kendisini, gaz pedalını gevşetti.
Bırakmak,
gitmek, unutmak, aldatmak, hiçlik. Hepsi her zaman söylenir aslında. Sözle
olmasa da söylenir. Bakarken söylenir mesela, gidiyorum demezsin de giderken
öyle bir bakarsın bir daha dönülmeyeceği bilinir. Aldatılırsın mesela. Kimse
sana aldatıldığını söylemez, söylense söyleyenlere inanmazsın. Sen, onun bir
dokunuşu yerini kaybettiğinde, bir ten soğukluğunda anlarsın. Denklemlerle
kurulan bir yaşamda anlaşılması zor olan hiçbir şey yokmuş, diye düşündü adam.
Sadece bu denklemleri ne zaman çözdüğün önemli. Erken ve geç. Zaman yaşamımızda
sermayemizse eğer iflasın eşiğindeyiz O 'nunla biliyorum. En büyük
zenginliğimdi O 'nu her bekleyişimde geleceğini bilmek. İşte zaman orada
koskoca bir 'hiç' oluyordu. Bana yaklaşan her adımı, saniye saniye geri
alıyordu zamanı. Nasıl böyle sevebildim ve neden yok şimdi. Biten sadece bir
sevgi miydi eğer sevgiyse biten benim sevgim değildi. O beni sevmiş miydi. Hep
sorular soruyorsun, dedi kendi kendine, cevapların artık ne önemi var hem bırak
bu denklem de çözülmeyiversin. Şu yağan yağmur kadar umursamaz ol. Sadece sür
şu otomobili, yağmurun durduğunu doğacak olan güneşi yeni günü gör. Birden
sigara içmek istedi, düşündüklerinden sonra. O boktan şeyin dumanını yavaş
yavaş çekmek istedi kendine ama şimdi değil. Yol üzerinde bir yerde durabilirim
diye düşündü acıkmıştı ayrıca. Gün aydınlanmaya başlıyordu, saatine bakarak
doğruladı kendini, gri bir sabahın olacağı belliydi. Üç kilometre sonra diyordu
tabela, üç kilometre sonra istersen durabilir yemek yiyebilir ardından sigaranı
içebilirsin. Adam sıkılmıştı yağmurda gitmekten, yorulmuştu da. Bu yolculuğun
sigarayla geçmeyecek bir ağrı olduğunu biliyordu ama hani saçma sapan bahaneler
bulur ya insan, o da bir tane yarattı kendine. Her şeye bahaneler bulunuyor,
gerçekler buz gibi ortada dururken herkes bir yalana inanabiliyor belki inanmak
istiyor. Evet bahaneler. Bahaneler de bir yalan. Yalanın su katılmış hali. Kış
ayında, karla yağan yağmur gibi. Daha hafif ve fark edilmeyecek kadar düz
bahaneler. Bu gidişte bir bahane mi? Hayır.
....
Yemek yiyeceği
daha önemlisi rahatça sigara içebileceği yer, yolun sağ tarafında görünmüştü.
Sinyalini o tarafa verdi, hızını düşürerek kırdı direksiyonunu. Restoranın
geniş park alanına girdiğinde otomobili bir yolcu otobüsünün yanında durdurdu.
Yan koltukta asılı montunu eline alarak çıktı otomobilden. İki adım sonra
içeriye gireceği için montu giymemişti. İçeri girdiğinde restoranın sarı
ışıkları hala içerideki karanlığın var olduğunu ispatlıyordu. Gidip bir çorba
aldı kendine, ekmek tazeydi, üç dilimde ekmek aldı. İçerideki kalabalık, iki
kişilik bir masa bulmaya zorlamıştı onu. İleride cam tarafında bir çiftin
kalktığını gördü o masaya yanaştı. Garson, masanın üstünü elindeki bezle silip
masaya sıfır bir görünüm vermişti çoktan. Çorba sıcaktı, kaşığını içinde
çevirerek ılıtmaya çalıştı. Başka bir zaman olsa soğumasını beklerdi ama
sebepsiz bir telaşa kapılmıştı. Sanki gideceği yere geç kalacak ve ya hiç
gidemeyecekti. Halbuki istediği kadar zamanı, gidecek kadar benzini, yetecek
kadar parası vardı. Çorbasını yarıda
bırakıp kalktı yerinden. Oturduğu masa kapıya yakın olduğundan fazla vakit
kaybetmedi dışarı çıkmak için. Montu giydikten sonra cebinden sigarayı çıkardı.
O da diğer sigara içenler gibi yağmurdan korunmak için üstü kapalı yere geçti.
Bir mekanik ses oradaki herkese molasını dolduran otobüsün hareket edeceğini
söylüyordu, adam sigarasını yakarken.
Neredeyse restoranın yarısı bu sesten sonra rutin adımlarla otobüse
yaklaşmaya başladı. İlk otobüsün merdivenlerini çıkan yaşlı bir kadın ve
yanındaki muhtemelen torunu olan çocuktu. Çocuk, kadının elinden bütün
poşetleri almış, onun kenarlara tutunarak rahatça koltuğuna geçip oturmasına
yardım ediyordu. Peşinden bir kadın ve erkek çıktı otobüse. Saçlarını en kısa
şekilde kestiren bir genç adam hala otobüsün önünde bekliyordu, gittiği yer
emir komutayla yönetilen bir yer, diye düşündü adam. Sonra sarışın genç bir
kız, hızlı adımlarla geçti aracın içine. Kısa saçlı elemanda beklemeyi
bırakarak koltuğuna geçti. Yolcular kısa sürede doldurdu otobüsü. Sigara hiç
böylesine özletmemişti kendini. Duman burun deliklerinden dışarı çıkarken
muavin otobüsten tekrar inip restorana tekrar girdi fazla sürmeden yanında bir
kadınla dışarı çıktı, son kalan yolcuyu da buldu muavin. Kadının üstündeki
kırmızı gömlek kısa deri montunun altından taşıyordu. Omuzlarına kadar inen düz
kumral saçlarını yağmurdan saklamıyordu. Yağmura rağmen ve otobüsün hareket
edeceği pek umurunda değilmiş gibi yavaş, isteksiz adımlarla yürüdü otobüse. O
da koltuğuna geçince kapı kapandı otobüs hareket etti, uzaklaştı.
Parmaklarının arasındaki sigara
bitmesine az kala yeni bir tane daha yaktı bitecek olanın ateşiyle, sonra
diğerini izmarit yapıp iki adım ötedeki çöpe attı. Gün, tahmin ettiği gibi
grileşiyordu, bu seferki sigarasının dumanının daha yavaş çekti içine, acele
etmeden nefes alarak. Birazdan tekrar yola çıkacağını geçirdi aklından.
devam edecek...
güzel bir pylaşım
YanıtlaSilTeşekkürler
Sil